Bu Blogda Ara

12 Kasım 2018 Pazartesi

Maraton nasıl bir şey mi? Biraz hayat gibi...

Kaptanın seyir defterine ek yıldız tarihi 11.11.2018 kayıtlara geçsin ilk maratonumu İstanbul'da koştum. İstanbul maratonu 1979 yılından bugüne yapılan bir maraton ve bu yıl 40.sı düzenlendi. Maraton yolculuğu, 10 Kasım Cumartesi sabah uçuşu ve sonrasında Yenikapı'daki Avrasya Gösteri ve Sanat Merkezi’nde düzenlenen Maraton ve Spor Fuar'ından yarış kitini almam ile başladı.
1987 - Ünlü Sanatçıların Maratona İlgisi
(Ali Kocatepe-Nazan Şoray-Nüket Duru) :)
Fuar alanında her şey düzenliydi. Spor ve koşu alanında önde gelen Asics, Salomon, Nike gibi markaların stantları, Adım Adım’ın desteklediği sivil toplum kuruluşlarının projeleri için koşmak isteyen gönüllüleri bir araya toplayan "İyilik Peşinde Koş Platformu"nda yer alan sivil toplum kuruluşlarının tanıtım alanları ve küçük bir maraton müzesi vardı. Maraton müzesi küçük olmasına rağmen etkileyiciydi. İstanbul Maratonu, ilk olarak 1979 yılında bir grup Alman turistin girişimiyle gerçekleştirilmiş. Asya-Avrupa Koşusu olarak başlayan maratonun adı daha sonraki yıllarda Avrasya Maratonu olarak değiştirilmiş. 2013 yılında ise, Avrasya Maratonu'nu, dünyanın tüm maratonlarında olduğu gibi, şehrin tanıtımı ve adını ön plana çıkarmak amacı ile İstanbul Maratonu olarak anılmaya başlanmış.

İstanbul Maratonu genel olarak koşma motivasyonumun biraz düşük olduğu bir döneme denk geldi. Hatta öyle ki maraton haftası 7K'lık bir antrenman bile bana zor ve uzun görünüyordu. Gökmen Hocam az çekmedi benden. O nedenle, daha öncesinde 35K'lık trail koşusu denemelerim olsa bile 42K ile ilgili korkularım yok değildi. Ama galiba son iki-üç günde (sınava son gece çalışan öğrenci psikolojisi ile) mental olarak bu maratona iyi hazırlandım. Bırakmak isteyeceğimi tahmin ederek bırakmamama neden olacak alternatif yöntemler geliştirdim. Bu konuda bir reçetem yok aslında bu sizin kendinizi tanımanızla ilgili. Maratonu bitirmek kendini ne kadar iyi tanıyorsan sanıyorum o kadar mümkün. Ben de iç sesimin 42 km boyunca bırakmama neden olacak bahanelerini tahmin ederek ya bu bahaneleri hiç üretmemesini sağlayacak üretirse de buna cevap niteliğinde olacak karşı argümanlar/yöntemler ürettim. Belki fikir verebilir diye birkaçından örnek vereyim:
1. İyi bir şarkı listesi hazırlamak (Özellikle 20K'dan sonrası için eşlik edebileceğim şarkılar)
2. Podcastler- Maraton-bitmesi gereken kilometreler-vücuttaki ağrı acıyı düşünmeyi engelleyecek ilgi alanıma uygun podcastler indirmek. (Tek sıkıntı telefon şarjımın 37.km'lerde %10'lara düşmesiydi.) 
3. 30.km'den sonra "Aslında sadece her hafta koştuğum bir pazar uzunu kaldı" şeklinde düşünmeye çalışmak.
4. Arkadaşlarımın söylediği bazı sözleri tekrar etmek: "Sen de ben de bu yarışı bitireceğini biliyoruz" "Sen bırakmazsın" "Ben senin bırakmadığını gördüm bir kere" "Ben çok eminim bitireceksin; benim bildiğim Özge bitirmeden bırakmaz" gibi.
5. Totem eşyası taşımak :) (Bırakma istediği anı gelirse size bırakmamanız gerektiğini hatırlatacak küçük sevdiğiniz bir şey olabilir)
6. Koşudan önceki gece kendimi bitiş çizgisinden geçerken hayal etmek
7. Koşarken ilgiyi insanlar, çevre gibi ne olduğu önemli olmaksızın koşudan başka şeylere kaydırmak 
8. Bu maratonda "İyilik Peşinde Koş Platformu"nda yer alan kendi seçtiğim "GÜLMEK İYİLEŞTİRİR DERNEĞİ" için koşmak https://www.gulmekiyilestirir.org.tr/

Tüm bunlara rağmen bırakmayı düşündüm mü? Evet düşündüm. İstanbul Maratonu'nun 10K ve 15K parkurları da var. Özellikle onların bitiş çizgilerine geldiğimde bıraksam mı diye aklımdan geçti. 15K'daki iç ses atağını :) "Şu 15K'yı geçersen zaten 20K'dan sonra bırakmak mantıklı olmayacak bitirirsin sen bu maratonu deyip" savdım. Özellikle 25K'dan sonra bırakmamak için en önemli argümanlarımdan biri de buraya kadar koştuğuna yazık olacaktı :) 
Gelelim sabah 5.00'da uyanmamla başlayan maraton gününe... 6.45 gibi Sultanahmet'teki otelimizden çıktık ve 7.15 gibi bizi başlangıç çizgisine götürecek servislerimize bindik. Çok kalabalık bir ortam var, üst aramaları var. O nedenle, hiçbir şeyi son dakikaya bırakmamakta fayda var. Bir de biraz erken gidip başlangıç anındaki atmosferi yaşamak bence çok keyifli. Başlangıç anı çok heyecanlıydı; midemde kelebekler uçuşuyor derler ya öyleydi. 

Başlangıç Anı
Ben pek parkur ile ilgili detaylara bakmamıştım. Nerede iniş nerede çıkış var diye genelde koşu öncesinde (Trail'ler haricinde) parkuru çok detaylı incelemem. Trail koşularda da koşu öncesinde bir "katılayım mı" diye karar verirken; bir de koşu sırasında önümdeki numara kağıdından takip ederim o da iniş gelecek azıcık daha dayan diyebilmek için kendime. Bu noktada "Cehalet Mutluluktur" sözü mottom. Bilmem gerekenlerin dışında fazla detay bilmek beni mutlu etmiyor koşu öncesinde :) Parkur detaylarını çok iyi bilmediğim İstanbul Maratonu  köprü sonrasında yukarı doğru bir yokuş ile başladı. Ama her çıkışın bir inişi vardır. Sonrasında da 10K'dan sonra hafif yükselmeli alçalmalıydı. 

Şu kadar jel kullandım, şunu yedim, şunu içtim detaylarına girmeyeyim. O bilgi de biraz kişiden kişiye değişebilecek bir bilgi. Sadece kendimi enerjisiz hissetmeye özen gösterdim. Gökmen Hocamın söylediği gibi "İhtiyacın olsun ya da olmasın jeli alacaksın. İhtiyacın olduktan sonra geçmiş olsun". Öncesindeki hafta bol karbonhidrat ağırlıklı beslendim. Kendimi parkur boyunca susuz bırakmadım. Gerçi ben yavaş koştuğum ve zaman sınırına (6 saat sınırı vardı) yakın bir zamanda bitirdiğim için benim gibi yarışı sonlarına doğru bitirenler su istasyonlarında su kalmadığı ya da istasyonların bazıları kaldırıldığı için ufak da olsa su problemi yaşadılar.

Onun dışında benim koşum özellikle 20K'dan sonra yürü-koş şeklindeydi. Ortalama 8 pace ile 42K'yı 5 saat 45 dakikada bitirdim. Biraz daha erken bitiririm diye tahmin etmiştim ama çok keskin bir hedef sürem de yoktu; hedefin daha çok süre sınırından önce bitiş çizgisine ulaşabilmekti. 
Bitiş Anı :) Fotoğrafı çeken Yasemin'e
içten teşekkürlerimle...

Bitiş çizgisine ulaştığınızda nasıl hissediyorsunuz? Aslında biraz duygusal. Kafanızda çok uzun bir mesafe 42K ve onu bir yolculuk gibi tamamlamışsınız. Maraton yolculuğu hayat gibi... Yükseldiğiniz çok motive olduğunuz anlar var; motivasyonunuzun kırıldığı bırakmayı düşündüğünüz anlar da... Parkurun eğimleri gibi, hayatın halleri gibi, ruh hali de inişli çıkışlı. O yüzden yolun sonuna geldiğinizde sevdiğiniz bir kitabın/filmin/tatilin/anın son sayafası/sahnesi/günü/saniyesi gibi. Biraz buruk, çokça gururlu ve mutlu. Ben de beklediğimden fazla duygulandım aslında. O nedenle, bu duygusal anı paylaşabilecek birileri çok iyi olur bitişte. Telefonumun şarjı da bitince biraz yalnız hissettim. Organizasyonda görev alan orada bitiş anında gördüğüm birinden rica ettim, bana fotoğraf çekip mail attı sağ olsun. Yine bir başkası powerbank'ını 5 dakikalığına ödünç verdi ve aileme iyiyim yazabildim. Yani organize bir 42 sonunda aslında beklenmedik biraz da kaotik bir sondu. Ama hayat da öyle zaten beklenmedik sürprizlerle dolu. Yaşarken kötü gibi görünen şeyler sonrasında o anı O AN yapan şeyler!         
Bir daha maraton koşacak olsam...
1. Mutlaka yine çanta ile koşarım. 
2. Telefon şarj sorunu önemli; onu çözerim. 
3. Bir gün önce sabah maratonun yapılacağı şehirde olmak yeterli bence.
3. Sonrasında o gece de maratonun olduğu şehirde kalırım. Çünkü maraton sonrası dinlenememek ve hemen dönüş yolculuğuna geçmek biraz yorucu oldu. 
4. Kalabalık çok katılımcılı bir maratonda koşarım. Yavaş koşuyorsanız bu önemli; sonlara kaldığınızda etrafınızda halen koşan birilerini görüyor olmak motive edici.
5. Bu mesafede yeni hedefim bitiş çizgisine ulaşmak yerine 5 saat 45 dakika altında bitiş çizgisine ulaşmak olur. :)

Ve sona geldik. Sonu, sevdiğim yazar Murat Menteş'ten bir alıntı ile yapayım. 

"Kitabın sonu hayatın sonu değil!"

Yeni koşular, yarışlar, mesafeler, yerler beni bekliyor.

Kendime ve Herkese Not :) Maraton Biter... "GÜLMEK İYİLEŞTİRİR"




27 Ağustos 2018 Pazartesi

VENEDİK "Büyülenmemek elde değil"


21.08.2018- İzmir'den yola çıkıyorum. İstanbul'da Sinem ile buluşuyoruz. Venedik'e iner inmez hemen kendimize gidiş-dönüş Vapuretti bileti (ALİLAGUNA-blue line) alıyoruz ve deniz kıyısındaki en sevimli hava limanlarından biri olan Marco Polo'da otelimizin olduğu San Marco meydanına doğru yola çıkıyoruz. Otelimiz Hotel La Fenice Et Des Artistes. Konumu çok merkezi bir otel, La Fenice opera binasının hemen yanında. Keşke biletlerimizi aldığımız gün opera biletleri de ayarlasaydık diye her gün önünden geçerken kendi kendimize söyleniyoruz :) Hava limanı San Marco arası 1 saat 10 dakika gibi sürüyor mavi hat ile. 

Otele saat 21.00 gibi ulaşıp hemen kendimizi Venedik gece hayatına bırakalım diyoruz ki Venedik'in öyle çılgın bir gece hayatı olmayan bir yer olduğu gerçeği ile karşılaşıyoruz :) Biraz hareketli, birşeyler içebileceğimiz bir yerler bulma umudu ile ara sokaklarda kaybolmuş umudumuzu kaybetmek üzereyken yolda karşılaştığımız 3 İngiliz kız sayesinde Dorsudoro tarafında bir meydanda birkaç bar buluyoruz. O gece çok gülüp, çok eğleniyoruz. Tesadüfi şekilde gelişen olaylar ile o geceyi çok gülerek hatırlayacağımız kesin. Detaylar Sinem ile bende, yüzyüzeyken dinleyebilirsiniz :)
Vendeik'te İlk Gece- 20.08.2018
21.08.2018- Venedik'te ilk günümüz...

Güne 5K'lık bir koşu ile başlıyorum. İlk gün olunca nereye doğru koşacağımı bilmeden deniz kenarına doğru çıkıp San Marco yönüne oradan da Giardini Parkı'na doğru koşuyorum. Giardini yemyeşil deniz kenarında güzel bir koşu parkuru... Bilmeden doğru yöne doğru koştuğumu farkediyorum.
Kahvaltı sonrasında, ilk olarak San Marco meydanına gidiyor ve oradaki Campanile'ye (Çan kulesi) çıkıyoruz. Tüm Venedik'i görebileceğiniz bir yer. Anlatılmaz yaşanır denilecek yerlerden birisi, gerçekten çok etkileyici bir manzara sizi bekliyor yukarıda. Arkasından Palazzo Ducale'ye (Dükler Sarayı) gidiyoruz. Dükler Sarayı Venedik'in yönetim konseylerine, mahkemelerine, zindanlarına ve ahlar köprüsüne ev sahipliği yapan etkileyici, görülmesi gereken yerlerden birisi. Saray önünde uzunca bir sıra var ve sonrasında içerisini gezmek de oldukça zaman alıyor. Ama bu zamanı saraya ayırdığımız için mutlu ayrılıyoruz. Bu arada müzeler için Dükler Sarayı girişinden Venedik müze kartı satın aldık. 10-11 müze ve saraya giriş veriyor (San Marco meydanındaki Çan Kulesi, Duomo girişleri bu karta dahil değil). Görmek istediğiniz yerleri belirleyip müze kartını değerlendirebilirsiniz.

Yorucu bir saray bekleyişi ve turu sonrası yemek molamızı Rosso Pomodoro'da (Kırmızı Domates) veriyoruz. Pizzalar ve atmosferi çok güzel akşam önünde küçük bir sıra bile oluyor. Kesinlikle beklemeye değer. 

Arkasından Rialto Köprüsünü görüp akşam için hazırlanmak üzere otelimize geri dönüyoruz. 

Akşam Dorsoduro kanal kenarındaki ayak üstü atıştırmalıklar ve içecekler sunan barları deniyoruz. İspanya'nın tapasları burada cicchetti adını alıyor. Biz cicchetti'mizi ve prosecco'larımızı alıp kanal kenarına yerleşiyoruz. Biz biraz geç gittik saat 20.00 civarında kapanıyorlar. İki mekan var aynı sırada bir Vino Al Bottegon diğeri Osteria Al Squero. Bottegon'u daha çok beğendim ben ama Squero biraz daha geç saate kadar açık. Kanal üzerinde aynı yoldalar. Birinde başlayıp diğerinde devam edebilirsiniz. :)

22.08.2018- 
Bugün günlerden Verona

Verona için kahvaltı sonrası Santa Lucia tren istasyonuna 45 dakikalık yürüyüş sonrası ulaşıyoruz. Tren istasyonuna ulaşmak için "Alla Ferrovia" işaretini takip etmek gerekli. İşaretleri takip etmek Venedik'te aslında oldukça önemli. Santa Lucia'dan 9.5 Euro'ya Verona biletimizi alıp FS'nin karşısındaki kilisenin merdivenlerine oturup trenimizin saatini bekliyoruz.

1.5-2 saatlik bir yolculuk sonrası Verona'dayız. İlk durağımız Casa Di Giulietta (Juliet'in Evi). Porta Nuova tren istasyonundan şehir merkezi yürüyerek 15-20 dakika mesafede. Juliet'in evi tahmin edilebileceği gibi çok kalabalık. Burada iki gelenek var. Biri Juliet'in göğsüne elinizi koyup aşkı bulmayı dilemek diğeri de Juliet'in balkonunda geleneksel fotoğrafı çektirmek. İkisi için de sıraya girmek zorundasınız. Tüm aşkı arayanlar gibi elbette sıraya giriyoruz :) Bir de "Juliet's Club"a "Dear Juliet,..." diye başlayan bir mektup gönderebilirsiniz burada. 1930'lardan bu yana süre gelen bir gelenek. Bir grup gönüllü Juliet'e yazılan mektupları Juliet'in sekreteri gibi cevaplıyor. http://www.julietclub.com/en/ Mektup yazmak, mektupları cevaplamak için Juliet'in sekreteri olmak ya davyazılan mektupları okumak için tıklayabilirsiniz. Biz de elbette Juliet'e yazdık. Ne mi yazdık? O da bizimle Juliet arasında kalsın.
İkinci durağımız Torre dei Lamberti (Lamberti Kulesi). Burada küçük bir pazar var ama biz çok beğenmedik. Geleneksel bir şey bulmak mümkün değil, turist-işi bir yer diyelim. Sonrasında Duomo'ya doğru yola çıktık. Ana caddeden ayrılınca arka sokakları ve avluları ile gerçek Verona karşımıza çıktı ve asıl Verona'da bundan sonra başladı diyebiliriz. Ponte Pietra (Taş Köprü) ve sonrasında finüküler ile çıktığımız S. Pietro Kalesi manzarası ile bizi büyüledi. Finüküler olsun olmasın mutlaka çıkılması gereken biryer hatta küçük bir kadeh şarabınızla çıkarsanız belki daha keyifli bile olabilir. Tüm Verona , Adige Nehri, Duomo Kulesi, Taş Köprü önünüzde. Manzara büyüleyici...
Verona, Taş Köprü manzarası eşliğinde...

Oradan aşağı inip köprüye bakan yerlerden birinde biraz atıştırıp yorgunluk atmaya karar veriyoruz ve SALUMERIA GIRONDA'ya oturuyoruz. Burası bir şarküteri, kapısında "picnic area" yazılı bir tabela var. Şarküteriden salam/ peynir/ zeytin/ ekmek/ şarap/ bira ne istiyorsan alıyorsun. Hepsini küçük bir sepete koyuyorlar ve hop taş köprüyü gören bahçeye çıkıyorsun. İster bistro masalarda ayakta takıl, ister salıncağa, ister küçük banklara otur. Sohbet eşliğinde keyifli atıştırma. Yorucu günün öğleden sonrasında bize çok iyi geldi. Küçük pikniğimiz sonrasında istasyona doğru yola çıkıyoruz ve 20.42'deki trenimize koşarak yetişiyoruz.
Salumeria Gironda, Verona

23.08.2018- MURANO, BURANO, LIDO
Ve bugün adalar turu. Murano camları ile ünlü, küçük bir cam müzesi de var içerisinde. Güzel cam aksesuarlar satan dükkanları dolaşabileceğiniz bir ada, biraz alışveriş yapıp şöyle bir dolaşabilirsiniz ama esas zamanı Burano'ya ayırmalısınız. Çünkü Burano renkli evleri ile sizin gerçek hayat ile bağlantınızı kesiyor ve sizi masal dünyalara götürüyor.
İnsan masal mı gerçek mi karar veremiyor. Tüm evler fuşyadan, maviye, yeşile, sarıya yan yana dizilmişler. Ben sabah erkenden orada olup daha hiç kalabalık olmadan kahvemi o rengarenk evler arasında yudumlamayı isteyebilirdim eğer Burano'da ne hissedeceğimi bilerek plan yapmış olsaydım. Bir dahaki sefere diyelim :)

Kapılmışım Rüzgara... Güneş Damlar İçime...
Burano 2018
Lido ise adalar turunda üçüncü durağımız. Denize girip günün yorgunluğunu atarız diyoruz ama denizi çok sıcak, bizim alıştığımız Ege mavilikleri de beklemeyin. Biz çok keyif almadık kısacası denizden. Bir de üstüne deniz anası ufacık bacağıma çarpıyor en iyisi sahilde uzanalım diyoruz ve Lido'dan dönüyoruz. Adalar turu ile söyleyebileceğim iki önemli şeyden birincisi, ilk durağınız Burano olsun ve Burano'ya daha uzun zaman ayırın. İkincisi ise adalar arasında limanlarda uzun bekleyişlere sıralara hazırlıklı olun.

Rialto Köprüsü
Bugünün gecesinde Rialto yakınlarında hareketli bir iki barın olduğu bir yer keşfediyoruz ve geceyi orada geçiriyoruz.

24.08.2018- Venedik'e Dönüş...
Venedik'te son günümüz. Bugünü tamamen Vendik'e ayırıyoruz. İlk planımız sabah gondol turu yapmak. Gondol turları tur başına 80 Euro (30 Dakika) ve 6 kişi binebiliyorsunuz. Biz iki kişi olunca biraz daha hesaplı bir opsiyon için turu paylaşacak birilerinin arayışına giriyoruz ama Avrupa'lılar bu teklifimizi korkarak, bazen çekinerek bazen de iki kişi romantik bir tur yapmak istedikleri için geri çeviriyorlar. Gezimizin en şanslı anlarından birini yaşıyoruz ve Türk turist grubuna denk geliyoruz. Turist rehberi halimizden anlıyor ve bizi de grubuna dahil ediyor. Kişi başı 15 Euro verip bu yarım saatlik turu gerçekleştiriyoruz. 4 kişilik bir aile ile gondolu paylaşıyoruz. Tekirdağlı bu sevimli aile ile sohbet ederken bir yandan da kanalda büyülenmiş etrafımıza bakıyoruz.
Due cicchetti sulla gondola!!!


Bu gezi sonrasında herkesin kendi sevdiği şeyleri yapabilemesi için Sinem ile yollarımızı bir süreliğine ayırıyoruz. Sinem kalan müzelere ben çarşı pazara oradan da gizli deck'ime gidiyorum.

En sevdiğim yerlerden biri orası oldu Venedik'de... Sabahları koşu sonrasında küçük bir meditasyon alanı... Çıkmaz bir sokakta harika bir Venedik manzarası ile buluşan genelde kimsenin olmadığı küçük bir teras burası.

Benim Gizli Terasımın Manzarası
Sonrasında akşam üzeri saat 18.00 gibi Dorsudoro'ya Venedik'te en sevdiğim şeylerden biri için geri dönüyorum. Vino Al Bottegondayım. Yağmur da başlayınca kanalda zaman dursun istiyorum.

Sinem'de sonrasında bana katılıyor. Biraz daha zaman geçirip yağmur altında merkeze doğru yolumuzu bulmaya çalışıyoruz. Venedik'in güneşli ve yağmurlu halini bir arada yaşama şansına sahip oluyoruz.

Deli Kızın Türküsü

25.08.2018- DÖNÜŞ GÜNÜ
Ve bugün dönüş günü 9.20'de İstanbul'a uçağımız var. 5.50 vapuretto'su için 5.20'de otelden ayrılıyoruz. Yağmur bardaktan boşalırcasına yağıyor. Nereden bineceğimize dair kafamız karışıyor ve bir bakıyoruz vapuretto kaçmış. Kıyafetimizi limanda değiştiriyoruz. Benim Deli Kızın Türküsü başlıklı fotoğrafım da bu yağmurun eseri... :) Valizden ne bulduysam üst üste giyiyorum.

Bir sonraki vapuretto 6.50'de, sonunda Alilaguna durağını buluyoruz ama tabi uçağa yetişebilecek miyiz heyecanı dorukta. Yolda online biniş kartlarımızı çıkartıyoruz, valizlerimizi yanımıza almaya karar veriyoruz, çünkü ancak koşup uçağa yetişecek zamanımız var.

Ve sonunda uçaktayız...

Bu macera bir gün Sino'nun "Özge ya Venedik'e mi gitsek? Ben gideceğim galiba"sı ile başladı. Sonrasında "Biz Venedikliler..." diye kurduğumuz cümlelere varan 5 günlük çok güzel anılarla dolu harika bir geziye dönüştü. Yaz yağmuru Venedik'in şarkısı; "Söz Sihirdir" ise sloganıydı!!!

 
   
Biz Venedikliler'in artık bu işaretlere ihtiyacı yok :)












31 Temmuz 2017 Pazartesi

Anda Kalabilmek...

Anda olmak ne kadar önemli, geçmişin yükünden ve geleceğin endişesinden sıyrılabilmek...

Çok zor bir anda deneyimledim ben bunu yıllar önce. Anda kalabilmekti tek çıkış yolu. Anda kalabilmek beni ona ve hayata bağladı. Ruhlarımız anda bibirine değdi. O kapıya her değdiğimde onun ruhuna değdim ben aslında. Gözlerimi her kapadığımda ruhlarımız buluştu. 

Ve bu ana gelince... Bugüne...

İyi ki anlarımızı birlikte paylaştık. Bu anı fiziksel olarak paylaşamıyor olabiliriz ama ruhen aynı anı paylaşabildiğimizi hissediyorum. Yazmama gerek olmadan da bildiğini biliyorum. 

Önemli olan hayatta birine sahip olmak değil. Kimseye sahip olamayacağımızı öğretti hayat bana. Önemli olan ruhlarımızın belirli bir zaman diliminde sevgi ile buluşmuş olması ve belirli bir süreliğine de olsa birlikte yolculuk yapabilmiş olmak. 

"Bir çocuğun bir yetişkine her zaman öğretebileceği üç şey vardır. 
Nedensiz yere mutlu olmak
Her zaman meşgul olabilecek bir uğraş bulmak
Elde etmek istediği şey için var gücü ile savaşmak (Paulo Coelho)"

Ben bu üç şeyi seninle yolculuğumda öğrendim. Sen bana çok iyi geldin. Ruhumun var olduğu her anda seni seviyorum. Bildiğini ve hissettiğini biliyorum. İyi ki doğmuşsun, iyi ki yollarımız kesişmiş, iyi ki ruhlarımız buluşmuş.  

30 Temmuz 2017 Pazar

Bugün Günlerden Mutluluk

Mutluluğun adı sensin, çünkü mutluluk insanın içinde, kendisinde...


Geçen gün babam, "Hayata başka pencereden bakmayı dene, senden rica ediyorum" dedi. Bunun üzerine düşünüyorum birkaç gündür. Baktığın pencereye göre hayatın pek çok manzarası olabilir. İnsanın içi harman yeri... İyilik, kötülük, pozitif ve negatif enerji, huzur ve huzursuzluk... Hepsi içimizde, hepsi hayatımızda. Benim hayatımda da güzel manzaralara açılan pek çok pencere var, hepimizin hayatında olduğu gibi ve artık mutluluğu, var olan hayatımız içerisinde daha çoğuna, daha güzeline, daha iyisine, birilerine, birşeylere sahip olarak değil de sadece hayatta durduğumuz yeri, baktığımız yönü değiştirerek bulabilebileceğimizi görebiliyorum. 

Hepimizin hayatında karanlık duvarlara bakan pencereler var. Kapatın o pencereyi. Arkanızı pencereye verin. Ve dönüp arkanıza bakmadan uzaklaşın o pencereden. Hayal edin. Sadece biraz yan tarafta içinizi kıpır kıpır yapacak, içeriye ışığı akıtan bir pencere var ve hayalinizdeki en güzel manzarayı size sunuyor. Durun yanında o pencerenin. Esintiyi hissedin saçlarınızda, havayı içinize çekin. Derin derin hayatın güzelliklerini soluyun. İşte bu sizin mutluluğunuz. Siz olduğunuz için var, kaynağı sizsiniz; tadını çıkarın.

14 Ağustos 2015 Cuma

BACKPACKERS!!! Sırt Çantalı Yolculuk Notları...

İzmir'den güneye doğru sırt çantalarımızı hazırlayıp 2 arkadaş yola çıkıyoruz. İlk durağımızın Bodrum olacağına karar veriyoruz. Sonrası "Allah Kerim!" Rezervasyon yok, plan yok. Herşey vardığımız yerde ettiğimiz sohbetlerde bir plana dönüşüyor. 

Bodrum otogara iniyoruz ve kendimi iki üç kez "Evvveeeetttt!" deyip devamını getiremezken buluyorum. Çünkü ortada hiç bir plan yok. En iyisi birşeyler yiyelim zihnimiz açılır deyip kendimizi Çakır Ali'de buluyoruz. Dönerleri yerken biraz araştırma yapıyoruz ve sonrasında orası burası dolaşırken merkezdeki pansiyonumuz "Menekşe Pansiyon"u buluyoruz. İlk gün merkezden denize giriyoruz. Kef Beach'deyiz. İkinci gün ise Türkbükü'ndeyiz. Harika bir koy, birbirinden güzel plajlar... Yüzmelere doyamıyoruz. Bir akşam Sünger Pizza'da yiyoruz; Sinem BALIK ÇORBASI'nın harika olduğunu söylüyor; benim yediğim pizza da fena değil. İkinci gün arkadaş ve internet yorumları bizi ARKA PIZZERIA'ya götürüyor. Çok sıcak karşılama, iştah açan harika bir sarımsak kokusu, gülen yüzlerimiz ve müthiş lezzetli bir pizza oradan hep hatırlayacaklarımız.


7 Ağustos Cuma Bodrum'dan Kos'a geçiyoruz. En son Eylül 2011'de buraya gelmişim. Şimdi dört yıl sonra yine Kos'dayım. Jasmine diye bir apartda kalıyoruz. Fiyatı temizliği konumu çok güzel. İlk gün Paradise Beach'deyiz. Otobüs ile 45 dk.'da ulaşabiliyorsunuz. Cumartesi ise tekne turu yapıyoruz. Kalymnos, Pserimos ve Plati duraklarımız. Pserimos'da da deniz güzeldi ama Plati Yunanlıların deyimi ile "Kataplhktikh!!!" yani şahaneydi. Kristal berraklığında bir denizde yüzdük ve büyülendik.


Kos sonrasında 16.30 feribotu ile dönüp 17.30 civarı Bodrum'a ulaşıyoruz. Halk plajında denize girip serinleyip hemen ev yemeği arayışına giriyoruz. Ali Dokasan Sakallı Restaurant imdadımıza yetişiyor. Oh! Ev yemeği! Bamya ve mercimek çorbası gerçekten lezzetli...


Ve 5 saatlik bir yolculukla son durağımız Fethiye'ye ulaşıyoruz. İlk konaklama hikayemiz biraz tatsız, rutubet kokusundan zar zor uyduğumuz bir gecenin ardından sabah o otelden kaçarak uzaklaşıyoruz. Çantalar sırtımızda Hisarönü'nden Ölüdeniz'e harika bir manzara eşliğinde 5 km. kadar yürüyoruz. Bir yandan da Küflü Otel geyikleri yapıyoruz. Ölüdeniz'de buluduğumuz ve bir önceki deneyimimizden sonra bizde 5 yıldızlı otel etkisi yaratan Türk Otel'de kalıyoruz. Ve Ölüdeniz macerasına hazırız!!!

İlk gün yine bir tekne turu yapıyoruz. İlk durak Kelebekler Vadisi. Deniz ve vadi büyüleyici... Birbirinden harika koylarda yüzmek harika. 

Ölüdeniz'deki ikinci ve son günümüzde o güne yakışır nitelikte birşey yapıyoruz. JEEP SAFARI'ye gidiyoruz ve çok eğleniyoruz. Su tabancaları elimizde sabah jeeplere atlıyoruz. Yaka köy senin Saklıkent benim dolaşıyoruz. Ve bu sırada Jeep'ten Jeep'e, köylülerle, çocuklarla hemen herkesle su savaşı yapıyoruz. Çocuklar gibi şen; mutluyuz. Sanırım bütün gün birbirimizi ıslattık ve inanılmaz güldük. Bütün günü bir jeepin üzerinde ıslak geçirdik ama Sinem de ben de hem suyu hem de eğlenceyi çok sevdiğimiz için bu turda bu işin en çok tadını çıkaranlardandık. 

Son durak GİZLİ ŞELALE! Gerçekten görülesi. Şelalede olmak, şelalenin altına girmek, ortam, sesler, renkler, herşey bizi büyülüyor. Dönmek istemiyoruz. 

Ölüdeniz'de yemek noktalarımız ZUCCA ve JADE TERAS. Özellikle Jade Teras'a bayılıyoruz.  


Bu turu, "WHAT IS NEXT? deyip bitiriyoruz. Muhtemelen kısa zaman içinde göreceğiz çünkü biz bu sırt çantalı yolculuk işini sevdik"

Son olarak bu gezinin ruh halini ne anlatıyor derseniz. Galiba Nazım Hikmet'in aşağıdaki şiiri diyebilirim...

Basit yasayacaksin. Basit... 
Mesela susayinca su içecek kadar basit. 
Dört çikacak, ikiyle ikiyi çarptiginda. 
Tek dügmesi olacak elindeki cihazin; 
Tek bir dügme, tek bir cümle gibi... 
Sevince lafi dolandirmadan söyledigin "seni seviyorum" gibi. 
Basit bir öpücük yetecek sana... 
Basit, sicak bir öpücük; 
ve o öpücükle dolacak tüm günlerin, tüm düslerin. 
O öpücük için yapacaksin hayatinin kavgasini, 
Öpücük için yiyeceksin hayatinin dayagini. 
Kabak çekirdegi verecek sana rakamlarin veremedigi mutlulugu. 
El yazisiyla yazilmis egri bügrü bir mektup olacak 
en degerli kagidin-hep yaninda tasidigin, atmaya kiyamadigin. 
Iki harekette giyiniverecek, 
iki harekette soyunuvereceksin. 
Kisacik olacak uyanman, ve yola çikman arasinda geçen süre; 
Kisacik olacak sicacik kollara dolanman ve 
Kendin bile anlayabileceksin yazdiklarini; 
bakislarin bile anlatabilecek kendini. 
Beklentilerin de basit olacak: 
Kaf Dagi'nin önünde bekleyecek mutluluklar. 
Bir islikta bulabileceksin en uzun dostluk romanini; 
ya da bir damla gözyasi yasatacak sana en ucuz romanini; 
Pankreasinin sagligina dua edeceksin kapatirken gözlerini. 
Zafer isareti yapacaksin tuvaletten çikarken. 
Bir kasarli tost olacak aradigin nasil oturacagini bilemedigin sofrada, 
parmaklarin en kiymetli çatalin. 
Yine, ayni parmaklar çözecek en karmasik denklemleri. 
Iskenderi'in kilici duracak avukat rehberinin yaninda. 
Bir filarmoni orkestrasi veremeyecek sana 
kontrplak bir gitarda dogru basilmis bir fa diyezin mutlulugunu 
Makyaji ilk "a"sina kadar bilmen yetecek. 
temizlik kokacak en pahali parfümün. 
"Bilmiyorum" diyebileceksin bilmediginde ve 
çok normal olacak "bilemeyesin". 
Tek dereden su getirmen yetecek, 
bir "istemiyorum" diyebilmeye, 
Ne durdugu farketmeyecek abanin altinda. 
Saatin, sadece saati gösterecek, 
Telefonunu sadece telefon etmek için kullanacaksin, 
Küçük bir not defteri olacak "bilgini" en hizli "sayan" 
Basit yasayacaksin, basit. 
Sanki yasamin bir gün sona erecekmis gibi basit...
Çay simit ve peynirle 

Nazim Hikmet Ran


Hola! Barcelona! 29 Haziran - 2 Temmuz 2015

"Genel olarak geziler sonrasında hazırladığım nerede kaldım, ne yedim, nerelerde yedim, nereleri gördüm gibi bir düzende yazmayacağım Barselona'yı... Çünkü bence burası sokaklarında kaybolunarak, yüreğin seni nereye götürüyorsa oraya giderek orada durarak gezilecek bir şehir." 
Elbette ben de gelmeden önce blogları şöyle bir okudum ve kendime görmeden dönme listesi yaptım ama buraya gelince burayı çok da fazla plan yapmadan yaşamanın çok daha keyifli olacağına karar verdim. 

O nedenle, görmeden dönmeyin denen pek çok yeri belki görmeden döneceğim ama zihnimde ve ruhumda güzel bir tatla.

Şimdi Barselona'ya dair dolaşırken aldığım bazı notlar:

  • Barselona yeşil ile büyük bir şehrin ve tarihin buluşması gibi. Doğa şehre o kadar hakim ki şehirde değilmişsiniz gibi hissediyorsunuz. 
  • TAPAS: Yemeğin lezzeti biraz da ruh halinde gizli. Ayakta yenen bir yemek iyi bir ruh hali ile birleşirse Barselona'da bir tapas restaurantındasınız demektir.
  • Sagrada familia çok ihtişamlı bir kilise. Ben dini o derece büyük bir ihtişam ile örtüştüremiyorum. Tanrıya olan sevgiyi ve inancı göstermek için de o büyük ihtişama gerek olduğuna inanmıyorum. Ama gördüğüm o büyük ihtişamlı kilisenin arkasında büyük, zihni zorlayan bir İLHAM gördüm ve o kişinin o ilhamı Tanrı düşüncesinden aldığını düşününce Sagrada familia benim için daha ilginç oldu. Ne anlatmak istediği ile ilgilenmeseniz bile nasıl anlattığına kayıtsız kalmanız imkansız.
  • Gaudi hayal gücünün mimari ile buluşması ama mimarinin bizim görmeye alışık olduğumuz keskin çizgilerine, planlarına inat hayalin gücünü kaybetmemesi gibi. 
  • Park Güell, beni harika bir manzara eşliğinde hayal dünyasına götürdü. 
  • 2. günün sonunda tapas yemenin raconuna alışabildim. Ciudad Condal'da yarım litre sangria eşliğinde... Barselona tapas cenneti ve bence tapas bizim yeme zevkimize çok uygun. Özellikle tek kişi yolculuk yapıyorsanız küçük porsiyonlar ile bir sürü şeyi tadabiliyorsunuz. 
  • Kararlar kararlar: Barselona'da karar verdim; bundan sonra hiçbir şehri koştur koştur gezmeyeceğim. Aman şehirdeki görülmesi gereken her yeri göreyim diye çıktığımız tatilleri bir koşuşturmacaya çeviriyoruz. Bir yerdeki herşeyi görmemiş olmak bir kayıp değil; o şehri tekrar görme nedeni olabilir ancak!
  • Barselona beni gerçek hayattan çekip çıkardı sanki; tam da istediğim gibi!!!
  • Sangria içtikçe dünyanın umrunuzda olma düzeyi düşüyor. (Bu kötü açıklamalar da Sangria'nın suçu :) )
  • Barselona insana kendini devamlı aç hissettiren bir şehir. Tam doydum derken son lokmanın lezzeti ile tekrar acıkıyorsunuz.
  • Ve İzmir'de bir tapas partisi vermek şart oldu dedirten şehir (NOT: O partiyi verdim :) 

"Evdeki Tapas Party" :)
  • Burada en zevk aldığım şeylerden biri ara sokaklarda kaybolmak ve keşfetmekti.
  • Barselona hayata verilen bir mola gibi ve hayatı dibine kadar hissettiğin...
  • Plaça Reial'de havuz başında içtiğim yarım litre sangrianın hafif baş dönmesi ile oturuyorum. Gaudi tasarımı sokak lambaları beni düşündürüyor. Barselona o kadar Gaudi kokuyor ki an gelmiyor ki onunla ilgili birşey düşünmeyin. 



"BARSELONA'DA KENDİMİ HEP BİR FİLM KARESİNDE GİBİ HİSSEDİYORUM." 1.7.2015


15 Temmuz 2015 Çarşamba

New Balance 10K Koşusu için BOZCAADA'dayım (8-10 Mayıs 2015)

İzmir'den Ulaşım: Açıkcası benim için hiç bu konuyu öncesinde düşünecek zamanım olmadı. Uzun planlar yapamadım. Öyle olunca da araba ile gitmek iyi ve alternatif gibi göründü. İzmir'den 6.30'da yola çıktım ve 11.00 feribotuna yetişecek şekilde 10.45'de Geyikli Limanı'na ulaştım. Yol beklediğimden rahattı. Kaz dağları eteklerinde virajlı bir 15-20 dk. var herhalde ama orayı da öncesinde harika manzara eşliğinde kahvemi içerek ve yol boyunca da mırıldanabileceğim şarkılar dinleyerek kolay atlattım. Feribot ile yaklaşık yarım saatte Bozcaada'daydım. Gidiş dönüş 70 TL. 
Bozcaada'yı daha büyük hayal etmiştim ama küçük bir ada; yani sanıyorum yarım günde adanın büyük bir bölümünü gördüm. Ama araba rahatlık tabi. Bir daha gelecek olsam belki arabayı Geyikli'de de bırakabilirdim. Tam da emin değilim; modunuza ne kadar rahat etmek istediğinize bağlı olarak değişir. 

Küçük keyifli bir ada burası. Şehirmerkezi ufacık ama insanı mutlu etmeye yetiyor. 

Yoğun iş temposunda sanki başka bir ülkeye seyahat etmişim hissi yarattı bende. Yoldada Yunan radyo kanalları eşliğinde gelince, Rum evlerinin olduğu sokaklarda yürüyünce kendi evimiz rahatlığında bir Yunan adası ziyareti yapmış gelmiş gibi oldum. 

Bozcaada'da gördüğüm güzel plajlardan; beni çok mutlu eden şarap evinden bahsedeceğim ama önce bugünkü koşu hakkında biraz yazmak istiyorum.



İlk kez bir yarışa katılıyorum. Hayatımda ikinci kez 10K koşacağım; üstelik de bu bir yarışta olacak. Bozcaada'ya ilk kez geliyorum. Bu yazın başlangıcı ilkler ve yenilikler ile oldu o nedenle bu yazı bir ilkler ve yenilikler yazı olarak hayal ediyorum. Gelelim 10K'ya... 10K benim için "terra incognita" bilinmez topraklar değil. Bir kere koştum sonra da hep 7K, 9K gibi 10'a yakın koşular yaptım. Ama bu parkurun çok zorlayıcı olduğu konuşuluyor; herşeye rağmen kendimi tanıyorum bu parkuru bitireceğim. 

TENEDION CAFE: Sahibi Haşim Abi ile keyifli sohbet edebileceğiniz, adaya dair hikayeler dinleyebileceğiniz, yeni dostluklar kurup onlarla geceye devam edebileceğiniz çok keyifli süprizlerle dolu bir mekan burası. 

Çamlıbağ şaraplarını üretiyor ve satıyorlar. Bir blush söyleyin; yanına küçük bir peynir tabağı ve sohbet eşliğinde kaldırımdaki minderlere oturun...

Tekrar biraz koşuya döneyim. Sıcak, rüzgar ve yokuş sanırım Bozcaada parkurunun kilit kelimeleri. 1.08.36 ile koştum. 763 Kadın içerisinde 235. olmuşum. Genelde 7.00 civarı bir pace ile koşuyorum. Ama bu yokuşlu parkura rağmen yarışmanın verdiği motivasyonla ya da diğer bir ifade ile 2500 kişi ile aynı yöne koşmanın verdiği gazla diyeyim 6.35 pace ile koştum. İlk 10K için iyi bir sonuç. Koşu camiası için küçük benim için büyük bir adım.

Kaldığım otel KALİNDA. Sahibi Kamuran Hn. bir müşteri gibi değil de evinde ağırladığı bir misafir gibi davranıyor size. Odaları çok güzel. Kahvaltısı 4-4'lük. Bir Rum evinde konaklamak da benim için hoş bir hediyesi. 
Kamuran Kahraman 532.2212659
www.kalindahotel.com

Kaldığım Odanın Penceresinden...
NEREDE YEMEK YENİR? 
Bozcaada'da meyhanelerin olduğu bir sokak var. BattıBalık, Güverte, Simon, Sandal gibi isimler çok talep görüyor. Ben hiç birini denemedim ama açıkcası bana hepsi aynı göründü. Balık, kalamar, karides, meze, rakı, şarap... Kalsik Ege mutfağı...
Ben ilk gece samimi karşılamaları nedeni ile Bade-i Aşk'ı tercih ettim. İsmi de çok hoşuma gitti. Yemekleri de güzeldi. 
2. gece orası senin burası benim içeyim güzelleşeyim demiştim. Öyle de yaptım. Güveç lokantada bir çorba içtim. Açlıktan mı bilmem çorbası da ekmeği de çok lezzetli geldi. 

NEREDE TAKILINIR?
Tenedion, Polente, Bakkal gözüme takılanlar... Polente akşam üzeri ve gece yemekten sonra cıvıl cıvıl... Tüm herkesin buluşma noktası. Adadaki hemen herkesi görebileceğiniz bir yer.

Adanın dört bir tarafında çok güzel koylar var. AYAZMA PLAJI en meşhur plajı... Deniz buz desem tam anlamıyla hakkını verememiş bile olabilirim. Enson böyle soğuk suya Akyaka Azmak'ta girmiştim sanırım. Bilenler için Çeşme Altınkum'u andırıyor (!) diyebiliriz.

Ve şuan Çınaraltı Kafe'de çınarın altında yazıyorum bu satırları. (10.5.2015 Pazar) Sıkıldığım bunaldığım anlarda hatırlamak üzere gittiğim yerlerde bazı fotoğraflar çekerim zihnimde. BOZCAADA görüntüm de bu çınarın altından. Çınarın tam altında oturup başınızı yukarı kaldırıp bakıyorsunuz. Deniz havasını içinize çekerek görüntüyü zihninize kaydediyorsunuz. Sonra günlük hayatın temposunda ne zaman bunalsanız gözünüzü kapatıp o sizi rahatlatan yere gidebilirsiniz.